Küçük çocuk eve gelen yeni bilgisayarın tadını çıkartmaya çalışıyordu. Hak etmişti onu. Uzun zamandır derslerine çalışıyor, notlarını hep yüksek tutuyordu. Orta okula gelmişti bile. Hayatta onu bekleyen zorluklardan habersiz, canı çok da sıkılmayan biriydi o. Mutluydu, hatta mutlu olması için bilgisayara da ihtiyacı yoktu. İki seçenek sunmuştu ailesi ona. Ya şeklinin bozukluğundan şikayet ettiği dişlerini yaptıracaktı, ya da hayata gülümseyen yüzünü daha da gülümsetmek, belki de kahkahaya dönüştürmek için bilgisayar aldıracaktı ailesine, ailesinin uzun çalışma yılları ve uğraşları sonunda biriktirdiği paranın bir bölümüyle. Küçük çocuk, diğer çocuklar gibi, o yaşta haberdar değildi hayatın, dünyanın ciddiyetinden, ona neler getireceğinden. Amacı, belki de tek amacı mutlu olmak, içinde yol aldığı sürece ağlamadığı bir yaşam sürmekti. Düşündü, düşündü ve onun için en doğrusunun bilgisayar olduğuna karar verdi. Çünkü birçok arkadaşının bilgisayarı vardı ve o da istiyordu bir bilgisayarı olmasını, o aletin oyun oynamaktan başka ne işlere yaradığını bilmeksizin.
Bu bahtsız çocuk, her seferinde olduğu gibi, bilgisayarını da taahhüt edilen zamanda eline geçirememişti. Oysaki ailesi ödemeyi yapmış ve bilgisayar kurulumu için teknik servisten gün almıştı bile. Ama kaderiydi beklemek bu çocuğun. Hep yarın, yarın demişlerdi. “Yarın akşam geleceğiz.” diyordu teknik servis. Bir akşam iki adamla birlikte geldi bilgisayar. Bilgisayar kurulurken çocuğun pek de umrunda değildi hangi aşamaların izlendiği. Onun için oyun oynamak sabırsızlıkla beklenmesi gereken ve daha önemli bir şey düşünmeyi kabul etmeyecek olan bir hayat gerçeğiydi. Adamlar bilgisayarı açtılar ve çocuğun beklediği güzel haberi verdiler. Bilgisayara hediye olarak bir araba yarışı yüklenmişti.
Günler geçti, aylar geçti. Klavyeye olan dokunuşlar sadece araba yarışındaki farklı arabaların birbirleriyle yarışmalarına yardımcı oluyordu. Yarış kızıştıkça, hayatta da bir yarış olması gerektiği geliyordu çocuğun aklına. Gün geçtikçe hırslanıyordu. Ne oyunundan vazgeçebiliyordu, ne de derslerinden. Aslında takdirini kazanıyordu herkesin bu çok yönlülüğüyle. Ama bu hırs ve daldan dala atlama hevesi her seferinde ondan bir şeyler götürüyordu. Bir gün bilgisayarın başına geçtiğinde klavyesindeki A harfinin görülemeyecek kadar silikleştiğini fark etti. Ama umursamadı; çünkü yarış sırasında çok fazla kullanıyordu A harfini. Ondan olsa gerek demişti kendi kendine.
Biraz daha büyüdü. Orta okulun sonlarına yaklaştı ve girmesi gereken sınav sayısı arttı. Ama gittikçe sıkılıyordu oyundan da hayattan da. Mutsuzluk baş göstermeye başlamıştı bilgisayar geldikten sonra. Çünkü mutluluğa bir sınır koyamıyordu. Gerektiği yerde duramıyordu ve hiçbir şeyle yetinemiyordu. Yavaş yavaş olgunlaşmaya başlayan aklı ona bu durumu değiştirmesi gerektiğini söylüyordu. Hırsını bir kenara bıraktı. Sınavlarını umursamadı ve hayatı biraz daha hafife almaya başladı. Onun için büyük sınav günü gelmişti. İstediği liseye girebilmek bu sınavda aldığı nota bağlıydı. Ancak, maalesef olmamıştı, girememişti istediği liseye. Sonuçlar açıklandı ve çocuk hayal kırıklığına uğradı. Sahip olduğu bu yaşam tarzının da kendisine uygun olmadığını anladı ve geçti yine bilgisayarının başına sıkıntısını biraz olsun gidermek için. Ama şaşırtıcı bir şey olmuştu. Klavyeyi önüne çektiğinde daha önce pek de kullanmadığı bir harf olan Y’nin silikleştiğini gördü. Yine umursamadı. Önemli değildi onun için. Ama sanki bir şeyler ifade etmeye başlıyordu bu silinmeler ona.
Daha da büyüdü. Artık çocuk değil genç denecek yaştaydı. Liseye başlamıştı. Hayatta sahip olduğu memnuniyetsizlik gittikçe artıyordu. Her şeye sahip ama hiçbir şeyle mutlu olamayan bir insandı. Takıntıları başlamıştı. Ama ailesi bunun ileride ciddi psikolojik sorunlara dönüşeceğinden habersizdi. Gençlik bunalımına veriyorlardı bu tutum ve davranışları. Ama genç bunun öyle olmadığını, kendinin biraz daha farklı olduğunu gelişen ve büyüyen aklıyla fark etmeye başlamıştı. Herkesin ona ailesinin verdiği kadar ilgi vermesini bekliyordu. Hep övülen hep sevilen biriydi. Ama karşısına onu sevmeyenler, hatta ondan nefret edenler çıkacağını bilmiyordu. Bunları yaşadıkça yarası, içinde biriktirip dışarı vuramadıkları artıyordu sanki. Öyle ki, bilgisayar onun için bir kurtarıcı haline dönüşmüştü. Yine çare olarak ona koşmuştu. Aslında görmeyi beklediği bir şey vardı ve beklediği gibi de olmuştu. T harfi silikleşmişti klavyede. Klavyenin kalitesiz olduğu fikri ile bunun bir mesaj olduğu fikri arasında gidip geliyordu aklı. Ama her zaman mantıklı olmayı seçen bir genç olarak, klavyedeki sorunlara vermişti bu silikleşmeleri.
Genç ilerleyen yıllarda alan seçimi yüzünden okul değiştirmek zorunda kaldı. Okul değiştirmesi demek takıntılarından vazgeçmek zorunda olması demekti. Takıntılardan vazgeçmek de bir hayli zordu onun için. Ancak başka seçeneği yoktu. Ya takıntılarını seçecekti, ya da hayattaki geleceğini düşünecekti. Yine mantığını kullandı. Mutsuz oldu gittiği okulda ilk yılında. Ama yarın, yarın diyerek avuttu kendini. Tıpkı ona bilgisayar sözü veren teknik servisin dediği gibi. Hayatın sadece yarından ibaret olduğunu, bugünün yalan olduğunu anladı. Çünkü bugün mutsuz olsa da, yarın mutlu olacaktı nasıl olsa, o genç beyninin ona verdiği mesajlarla. Bir felsefe oluşturmuştu aklına. Bugün mutlu olup yarın mutsuz olacağına, bugün mutsuz olup yarın mutlu olmayı tercih ediyordu. Ama bu sonu hiç gelmeyen mutluluk beklentisi onu yine biricik bilgisayarına sürüklemişti. Başka arkadaşı yoktu ki o zamanlar bilgisayarından başka. En sevdiği araba yarışını oynayacaktı ki klavyede daha önceden silikleşmiş olan A harfinin bu sefer de çalışmadığını fark etti. Şoka girmek üzereydi. Çünkü bunun bir mesaj olduğunu artık anlamıştı. Kişiliğinin silinmeye başladığını hissediyordu. Bir şeyler yapmalıydı.
Her şeye asıldı hayatta klavyesindeki Ç harfinin silikleşmemesi için. Ç elinde kalan son Çaresiydi onun. Mutlu olmuştu üniversiteyi kazandığında. Gidip hemen Ç harfine baktı o gün. Sapasağlam yerinde duruyordu. Memnun olmuştu bunu görünce. Bir gün yine Ç harfini kontrol etmeye gitti Ankara’ya taşınmadan hayatının 10 yılının geçtiği yerdeki o küçük şehir için. Ama kendini kaybetti, yere yığıldı birden. Bir sorun yoktu klavyede, Ç harfi yerindeydi; ama genç kendinde değildi.
Bu yığılmalar süreğen hale geldi, her düşüş, her bayılma ondan bir şeyler götürüyordu; ama o tüm bunlara rağmen tek Çaresi olan Ç harfine gözü gibi bakıyordu. İçinde sakladığı, kimsenin haberdar olmadığı gerçeği açığa vurmak mıydı acaba Çare Ç harfinin de silinmemesi için? Bunlara ona gönderilen uyarılar mıydı? Ama yapamazdı, herkesin üzülmesine izin veremezdi. Ona gelen uyarıları başkasına aktaramazdı. Zamanla Ç harfinin de soluklaşmaya başladığını gördü. Olabildiğince asıldı hayata, hırslarına, tedavisine.
Bir gün acı haber geldi. Ç harfi silinmişti klavyeden. Ailesi, arkadaşları harap oldu bu silinme karşısında. Oysa ki Aytaç, son çareyi bulmuştu silinmeden bir gün önce. Yeni bir klavye almıştı, hem de F klavye. Harflerin yerlerinin değişik olduğu bir klavye. Çünkü daha önce yanlış klavyeyi seçtiğini, baştan yanlış yerlerde yazığını fark etmişti. Onun klavyesi F’ti, yani seçmediği klavye. Bunun farkına vardığında tüm hazırlıklar tamamdı. Yalnızca kasadan diğer klavyeyi çekip yeni klavyeyi takmak kalmıştı. Ama klavyeleri değiştirirken Ç’nin olmadığını gören Aytaç bir anda tamamen silinmişti bu hayattan.
Bu kötü bir bitiş değil. Aksine F klavye onun için zaten Fani dünyayı simgeliyordu. Zaten F klavyeyi de kullansa bu fani dünyada mutlu olamayacaktı. F klavyedeki A,Y,T harfleri tek tek söküldü onun gidişinden sonra. Ç harfiyse biraz daha büyütülerek onla birlikte gönderildi baki dünyaya. Aradığı çareyi orada bulsun diye…
Aytaç Özkütük
Bu bahtsız çocuk, her seferinde olduğu gibi, bilgisayarını da taahhüt edilen zamanda eline geçirememişti. Oysaki ailesi ödemeyi yapmış ve bilgisayar kurulumu için teknik servisten gün almıştı bile. Ama kaderiydi beklemek bu çocuğun. Hep yarın, yarın demişlerdi. “Yarın akşam geleceğiz.” diyordu teknik servis. Bir akşam iki adamla birlikte geldi bilgisayar. Bilgisayar kurulurken çocuğun pek de umrunda değildi hangi aşamaların izlendiği. Onun için oyun oynamak sabırsızlıkla beklenmesi gereken ve daha önemli bir şey düşünmeyi kabul etmeyecek olan bir hayat gerçeğiydi. Adamlar bilgisayarı açtılar ve çocuğun beklediği güzel haberi verdiler. Bilgisayara hediye olarak bir araba yarışı yüklenmişti.
Günler geçti, aylar geçti. Klavyeye olan dokunuşlar sadece araba yarışındaki farklı arabaların birbirleriyle yarışmalarına yardımcı oluyordu. Yarış kızıştıkça, hayatta da bir yarış olması gerektiği geliyordu çocuğun aklına. Gün geçtikçe hırslanıyordu. Ne oyunundan vazgeçebiliyordu, ne de derslerinden. Aslında takdirini kazanıyordu herkesin bu çok yönlülüğüyle. Ama bu hırs ve daldan dala atlama hevesi her seferinde ondan bir şeyler götürüyordu. Bir gün bilgisayarın başına geçtiğinde klavyesindeki A harfinin görülemeyecek kadar silikleştiğini fark etti. Ama umursamadı; çünkü yarış sırasında çok fazla kullanıyordu A harfini. Ondan olsa gerek demişti kendi kendine.
Biraz daha büyüdü. Orta okulun sonlarına yaklaştı ve girmesi gereken sınav sayısı arttı. Ama gittikçe sıkılıyordu oyundan da hayattan da. Mutsuzluk baş göstermeye başlamıştı bilgisayar geldikten sonra. Çünkü mutluluğa bir sınır koyamıyordu. Gerektiği yerde duramıyordu ve hiçbir şeyle yetinemiyordu. Yavaş yavaş olgunlaşmaya başlayan aklı ona bu durumu değiştirmesi gerektiğini söylüyordu. Hırsını bir kenara bıraktı. Sınavlarını umursamadı ve hayatı biraz daha hafife almaya başladı. Onun için büyük sınav günü gelmişti. İstediği liseye girebilmek bu sınavda aldığı nota bağlıydı. Ancak, maalesef olmamıştı, girememişti istediği liseye. Sonuçlar açıklandı ve çocuk hayal kırıklığına uğradı. Sahip olduğu bu yaşam tarzının da kendisine uygun olmadığını anladı ve geçti yine bilgisayarının başına sıkıntısını biraz olsun gidermek için. Ama şaşırtıcı bir şey olmuştu. Klavyeyi önüne çektiğinde daha önce pek de kullanmadığı bir harf olan Y’nin silikleştiğini gördü. Yine umursamadı. Önemli değildi onun için. Ama sanki bir şeyler ifade etmeye başlıyordu bu silinmeler ona.
Daha da büyüdü. Artık çocuk değil genç denecek yaştaydı. Liseye başlamıştı. Hayatta sahip olduğu memnuniyetsizlik gittikçe artıyordu. Her şeye sahip ama hiçbir şeyle mutlu olamayan bir insandı. Takıntıları başlamıştı. Ama ailesi bunun ileride ciddi psikolojik sorunlara dönüşeceğinden habersizdi. Gençlik bunalımına veriyorlardı bu tutum ve davranışları. Ama genç bunun öyle olmadığını, kendinin biraz daha farklı olduğunu gelişen ve büyüyen aklıyla fark etmeye başlamıştı. Herkesin ona ailesinin verdiği kadar ilgi vermesini bekliyordu. Hep övülen hep sevilen biriydi. Ama karşısına onu sevmeyenler, hatta ondan nefret edenler çıkacağını bilmiyordu. Bunları yaşadıkça yarası, içinde biriktirip dışarı vuramadıkları artıyordu sanki. Öyle ki, bilgisayar onun için bir kurtarıcı haline dönüşmüştü. Yine çare olarak ona koşmuştu. Aslında görmeyi beklediği bir şey vardı ve beklediği gibi de olmuştu. T harfi silikleşmişti klavyede. Klavyenin kalitesiz olduğu fikri ile bunun bir mesaj olduğu fikri arasında gidip geliyordu aklı. Ama her zaman mantıklı olmayı seçen bir genç olarak, klavyedeki sorunlara vermişti bu silikleşmeleri.
Genç ilerleyen yıllarda alan seçimi yüzünden okul değiştirmek zorunda kaldı. Okul değiştirmesi demek takıntılarından vazgeçmek zorunda olması demekti. Takıntılardan vazgeçmek de bir hayli zordu onun için. Ancak başka seçeneği yoktu. Ya takıntılarını seçecekti, ya da hayattaki geleceğini düşünecekti. Yine mantığını kullandı. Mutsuz oldu gittiği okulda ilk yılında. Ama yarın, yarın diyerek avuttu kendini. Tıpkı ona bilgisayar sözü veren teknik servisin dediği gibi. Hayatın sadece yarından ibaret olduğunu, bugünün yalan olduğunu anladı. Çünkü bugün mutsuz olsa da, yarın mutlu olacaktı nasıl olsa, o genç beyninin ona verdiği mesajlarla. Bir felsefe oluşturmuştu aklına. Bugün mutlu olup yarın mutsuz olacağına, bugün mutsuz olup yarın mutlu olmayı tercih ediyordu. Ama bu sonu hiç gelmeyen mutluluk beklentisi onu yine biricik bilgisayarına sürüklemişti. Başka arkadaşı yoktu ki o zamanlar bilgisayarından başka. En sevdiği araba yarışını oynayacaktı ki klavyede daha önceden silikleşmiş olan A harfinin bu sefer de çalışmadığını fark etti. Şoka girmek üzereydi. Çünkü bunun bir mesaj olduğunu artık anlamıştı. Kişiliğinin silinmeye başladığını hissediyordu. Bir şeyler yapmalıydı.
Her şeye asıldı hayatta klavyesindeki Ç harfinin silikleşmemesi için. Ç elinde kalan son Çaresiydi onun. Mutlu olmuştu üniversiteyi kazandığında. Gidip hemen Ç harfine baktı o gün. Sapasağlam yerinde duruyordu. Memnun olmuştu bunu görünce. Bir gün yine Ç harfini kontrol etmeye gitti Ankara’ya taşınmadan hayatının 10 yılının geçtiği yerdeki o küçük şehir için. Ama kendini kaybetti, yere yığıldı birden. Bir sorun yoktu klavyede, Ç harfi yerindeydi; ama genç kendinde değildi.
Bu yığılmalar süreğen hale geldi, her düşüş, her bayılma ondan bir şeyler götürüyordu; ama o tüm bunlara rağmen tek Çaresi olan Ç harfine gözü gibi bakıyordu. İçinde sakladığı, kimsenin haberdar olmadığı gerçeği açığa vurmak mıydı acaba Çare Ç harfinin de silinmemesi için? Bunlara ona gönderilen uyarılar mıydı? Ama yapamazdı, herkesin üzülmesine izin veremezdi. Ona gelen uyarıları başkasına aktaramazdı. Zamanla Ç harfinin de soluklaşmaya başladığını gördü. Olabildiğince asıldı hayata, hırslarına, tedavisine.
Bir gün acı haber geldi. Ç harfi silinmişti klavyeden. Ailesi, arkadaşları harap oldu bu silinme karşısında. Oysa ki Aytaç, son çareyi bulmuştu silinmeden bir gün önce. Yeni bir klavye almıştı, hem de F klavye. Harflerin yerlerinin değişik olduğu bir klavye. Çünkü daha önce yanlış klavyeyi seçtiğini, baştan yanlış yerlerde yazığını fark etmişti. Onun klavyesi F’ti, yani seçmediği klavye. Bunun farkına vardığında tüm hazırlıklar tamamdı. Yalnızca kasadan diğer klavyeyi çekip yeni klavyeyi takmak kalmıştı. Ama klavyeleri değiştirirken Ç’nin olmadığını gören Aytaç bir anda tamamen silinmişti bu hayattan.
Bu kötü bir bitiş değil. Aksine F klavye onun için zaten Fani dünyayı simgeliyordu. Zaten F klavyeyi de kullansa bu fani dünyada mutlu olamayacaktı. F klavyedeki A,Y,T harfleri tek tek söküldü onun gidişinden sonra. Ç harfiyse biraz daha büyütülerek onla birlikte gönderildi baki dünyaya. Aradığı çareyi orada bulsun diye…
Aytaç Özkütük
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder