2 Aralık 2007 Pazar

Aşk Acısı

Elim de dilim de tutuldu. Ne söylesen, ne desen, ne yapsan, ne kadar uğraşsan, ne kadar kötü sonuç alsan da değiştiremediğin şeyler üzerinde ısrar etmekten vazgeçemiyorsun. Sorumluluksa tamamen çökertiyor insanı. Bazı sorumluluklar seni parçalıyor, bitiriyor, kesiyor, yaralıyor. Sonuç sıfır olsa da sen düşünmekten asla vazgeçemiyorsun. Sakal bıyık meselesi bile olsa… Sakalı da bıyığı da kesiyorsun. İki ara bir dere derler ya. Dereyi kurutuyorsun, araları kapatıyorsun. İnsan mantığı en olmayacak şeyi bile olur yapıyor. Ama sadece kandırıyor seni. Sense aldanıyorsun ona. Elin kolun bağlı. Bir telefon, bir ses… Umutlar, umutlar… Ama sonunda sen de biliyorsun ki boşuna. Belki de bu kadar tatlı yapan bunu, umutsuz olduğunu bilmen. Umutsuz olduğunu bilmen bile mantığın sayesinde geri plana itiliyor. Çaresiz kalıyorsun. Ağlıyorsun, ağlıyorsun. Duymuyorlar. Duyanlar umursamıyor. Sen bir hiçsin çünkü. Gülistanda yalnız kalamıyorsun içinde gül olmadıkça, çiçekleri açmadıkça. Gittikçe sabırsız olmaya başlıyorsun. Hakim olamıyorsun kendine. İçiyorsun, içiyorsun. Niye? Ağır geliyor artık fark ettirdiğin halde fark ettiremediğinin gösterilmesi. Belki bencil olduğun için böyle düşünüyorsun. Belki de çok kötü bu yaptığın. Ama engel koyamıyorsun önüne. Belki sorunları daha da büyütmekten başka bir şey değil bu. Ama ne yaptıysan olmuyor. Soruyorsun “Beni bitiren bu şey ne?” diye. Bunun cevabını sen biliyorsun. O sana “Bunun cevabı ben olmamalıyım, biliyorsun değil mi?” diyor. Sense hiç gocunmaksızın: “Evet ne yazık ki, hatta iyi ki bunun cevabı sensin.” diyorsun. Evet doğru “aşk” bunun cevabı. Oysa aşk sana diyor ki: “Ben susmayı tercih ediyorum; çünkü kelimeler de sessizlik kadar acı verir bazen. Acıtamam ben seni.” Bu söz seni acıtıyor, sana acıyor, seni acınacak hale getiriyor. Gözlerini yumuyorsun sen. Hemen mutfağa gidip mendil bulmaya çalışıyorsun. Belki de bu kadar mutlu olmamıştın daha önce ağladığın için. Sen verilen cevaplara kayıtsızca aşkın peşinden gidiyorsun. O senden her zaman kaçıyor. Yanında destekçileri var. Başka birini görmeye dayanamıyorsun aşkın yanında. Ama yine de her zaman bile bile lades oluyorsun. Bir sözcük almak bile mutlu ediyor seni aşktan. Aşkın senin çevrende olduğunu ama kapını hiçbir zaman vurmadığını bile bile… Hep çevrende olan ama kapını çalmayan duygular giriyor rüyalarına. Nasıl çıkartırsın ki rüyandan? Uyumayarak mı? Al işte uyumuyorsun. Sabaha kadar oturuyorsun. Ama ellerin sürekli yazıyor kontrol edemiyorsun. Yazıyorsun, döküyorsun içini kâğıda. İçindeki dışına çıkıyor, ama kopyası sadece. Hepsini kâğıda döküp kâğıtla atamıyorsun. Hep bir parçası kalıyor içinde. Bile bile lades. O susuyor, susuyor, sense onun gözlerinin içine bakıyorsun. Bir şey göremiyorsun. Kendini göremiyorsun. Her şeyi yansıtan o gözbebeği seni yansıtmıyor işte. Ne yapacaksın? Anlıyorsun. Yavaş yavaş kabullenme isteği geliyor sana. Ama her görüşün, her bakışın, hatta misilleme için yaptığın ondan her kaçışın bile onu sana daha çok yaklaştırıyor. Sendeki o bilinmezliklere doğru yürürken peşinden seni de sürüklüyor, ama sendeki seni. Sen hiçbir zaman unutmuyorsun onda bir sen olmadığını. Kandırıyor seni sendeki o. Ulaşılamazlığın verdiği peşinden gitme mücadelesi, seni kötülüklere, acıya daha çok yaklaştırıyor. Umutsuzluğun tatlı yaptığı bu aşk seni acılara doğru yaklaştırırken bile sen hala kırmızıbiberi akide şekeri sanıyorsun. Durmak istemiyorsun, yazıyorsun, yazıyorsun. Sanki yazmayı bitirmek aşkı bitirmek gibi geliyor sana. Aşkın bitmesini hiç istemiyorsun. Köşe bucak kaçmak istiyorsun ondan. Telefonu yüzüne kapatmak, lafı ağzına tıkamak, senle konuştuğunda kaçmak… Ona daha da yakınlaşmak istemiyorsun çünkü. Ona ne kadar yakınlaşırsan sendeki o, o kadar uzaklaşacak senden. Umutların artacak belki artmaması gerektiği halde. Gerçekleri görmeye başlayacaksın. Umutların acı gerçeğiyle yüzleşmeye hazır değilsin ama daha. “Ya umutsuzluğum bana bir cilve yapar da beni mutlu ederse?” diye düşünüyorsun. Oysa o bunların çoğundan habersiz sana kayıtsız olan hayatına devam ediyor. Yanındakilerle hayatın karanlık ama sonunda ışık görünen tünellerinde ilerliyor. Sense o kadar safsın ki, hiç tünele girmiyorsun. Hep gün ışığında, hep aydınlıktasın. Kendini hiç alıştırmamışsın karanlığa. Gece oluyor elbet. Hava kararıyor. Yanında kimse yok. Gökyüzüne bakıyorsun. Yıldızlar ve kocaman bir ay var karşında. Kıskanıyorsun yıldızları. Hepsi bir bütünlük içindeler. Hepsi mutlular ama mutluluktan ışıl ışıl parlıyorlar, kendi enerjilerini yansıtıyorlar diğerlerine onların da mutlu olmaları için. Sense kendini aya benzetiyorsun. Çünkü ay yalnızlığı nedeniyle eğmiş boynunu. Kimseyi bulamamış. Kendini mutluluğun ışıltısına bırakamamış. Ama kesmemiş hala ümitlerini. Ben de buradayım dercesine alabildiğince ışık alıyor deneyimlerinin asıl sahibi olan Güneş’ten. Sürekli sevdiğinin yolunu aydınlatmak istiyor çünkü. Ama sen biliyorsun ki dünya nankör. Hiçbir zaman tam anlamıyla kabul etmiyor kendine delilercesine aşık olan Ay’ın ışığını. Bir tarafı ona hala umut verirken, diğer tarafıysa geleceğin hala karanlık olduğunu gösteriyor. Aysa kimi zaman isyan ediyor, vazgeçiyor ışık vermekten, kimi zamansa bir umut dalgası yayılıyor içine, var gücüyle gayret etmeye çalışıyor. Sen ayın yolunu izliyorsun unutma bunu. Acıların hem içinde hem dışında büyük oyuklar yaratıyor. Tamiri imkansız oyuklar. Karanlık sana umudun daha da büyük olabileceğini gösteriyor. Çünkü hava aydınlandığında aşk ayın ışığını bir zerre kadar bile göremiyor. Karar veriyorsun bundan sonra hep karanlıkta kalmaya. Belki sen sevdiğini görmüyorsun ama sendeki o seni görüyor, umutlandırıyor. Sonu olmayan engin denizlere açıyor belki de. Sense ruhun engin denizlerde ayakların karaya basarak devam ediyorsun günlük hayatına. Hiç kimse hiçbir şeyin farkında değil. Sense hangi yaşamı seçeceğinin farkında değilsin. Seni engin denizlere açan deniz kızının seni denizin derinliklerine çekerek mutlu ettiği ama sonunun boğularak geldiği bir yaşamı mı, yoksa her gün o deniz kızını karada görerek sendeki onu öldürdüğün ve hayatını boğazında bir iple boğularak noktaladığın bir yaşamı mı seçeceksin?

Hayır. İkisini de seçmeyeceğim. Ben seni seçtim aşk. Hep senin yanındayım. Sürükle beni engin denizlere ama bir ayağımsa karada kalsın.
Sen çek beni denize. Korkma. Ben çıkmayı başarırım. Aşk bizim aramızda kalsın.
Zaman zaman terk et beni, yalnız bırak. Bırak biraz da yüreğim yansın.
Ama yine de vazgeçemem ben senden. Ne yaparsan yap büyülüyor beni bu muhteşem dansın.
Ben senin ne gözlerinde ne de kalbindeyim. Ama sen hep benim kalbimde varsın.

Aytaç Özkütük

Hiç yorum yok: