27 Mayıs 2009 Çarşamba

Güzbahar

Yıllar geçmiş gibi yapraklardan bir tortu bile kalmamıştı yüzünü gördüğünde. Geçmişi aradığı her an yeni bir iz bırakırken yeni bir kuyu açarken yüreğinde, geleceğe olan güvensizliğinin verdiği iç burukluğuyla yeniden sımsıkı tutmuştu ellerini. Gözlerine baktığında hala geçmişin alevlerini hissedebiliyordu teninde. O sıcaklığı, o yangını unutması mümkün müydü? Değildi elbette. Oysa daha bu sabah aynanın karşısına geçtiğinde, "Her sabah yeni bir hayatın başlangıcı olacak," demişti kendi kendine. Şimdi karşısında gördüğü sonbahardan kalma son yaprak, birkaç dakikada yeniden yeşermişti yüreğinde. Sustular, uzun uzun baktılar birbirlerinin gözlerinin içine. Evet, bir tortu bile kalmamıştı o dökülen yapraktan ilk gördüğünde onu. Ama o gözbebekleri bir anda alevlendirmişti her sabah inkâr etmeye çalıştığı duyguyu.Elleri telefona gitti. O anı yaşamaktan kaçıyor gibiydi. Yeni bir dalgayla yeni bir kıyıya sürüklenmek de zor geliyordu. Anayoldan çıkıp tali yola girmek gibi bir şeydi bu onun için. Uzun bir duraksamadan sonra anladı kendinden kaçamayacağını ve içinde yavaşça yeniden dağlanan o alevden. Bir adım öne çıktı. Belliydi, bir şeyler söylemek istiyordu ama tıkanıyordu kelimeler kalbinde. Homurdanarak "Ben..." diye bir şeyler geveledi. Ama anlıyordu karşısındaki, peşinin gelmesini bekliyordu cümlesinin. Onun da cesareti kırılmıştı aradan geçen yalnızlık baharlarında. Korkuyordu bir adım geri gelmekten, yine eşiğinden dönmekten mutluluğun. Ovanın ortasına dikilen gölge ağacı gibi hissediyordu kendini. Biliyordu onu ondan çok seven olmadığını. Biliyordu ondan başkasının ona yaprak olamayacağını, kökünü başka toprağa salamayacağını. Diğeri devam etti cümlesine zorlanarak: "Ben, ben unutamadım." "Neyi, nasıl?" demesini bekledi ötekinin. Ama yüzünde donakalmış şaşkınlık ifadesinin konuşmasına izin vermediğini anladı. Yoksa o unutmuş muydu? Ya da o kavgalar mı geliyordu aklına? Onlardan mı korkuyordu, yüreğini bir cam gibi tuzla buz eden işitilmemişliklerden? Cesareti yoktu bir kez daha söylemeye duygularını. Biliyordu boş değildi yüreği karşısındakinin. Ama yaşamlarına koydukları virgül, noktalı virgüle dönüşmüştü uzun ayrılıklardan sonra. Yürekleri saniye kolu gibi kovalıyordu akreple yelkovanı. "Zaman dursa bile çarpmaya devam etse kırmızı oyuncaklarımız birbirimiz için," diye geçiriyordu ikisi de içinden. Bir daha söylemeye koyuldu aklından geçenleri. "Sus," dedi öteki, "Söyleme, biliyorum, ben de seni unutamadım." Sarılmak için yaklaştı, ellerini uzattı ama yüzündeki boş, şaşkın ifade henüz mutluluğa bırakmamıştı yerini. Baharlar önce bedeninden kopan dal şimdi iki dal olarak çıkmıştı karşısına. Ama gövdesi diğerini taşıyamayacak kadar yıpranmış, yorulmuştu. Sarılmaktan vazgeçti. Yukarı baktı gözyaşlarını avizenin kristallerinden süzülen ışıkların ardına saklamak için. Hemen toparladı kendini. "Ben de unutamadım beni bırakıp gitmeni. Tek parçamdın. Senin sayende kuşlar cıvıldıyordu üzerimde. Dalım sen olmasaydın hangi böcek beslerdi ki köklerimi? Ama sen kök olup yeni dallar vermeyi tercih ettin. Şimdiyse beni koskocaman ovada komşu ağacın yapmak istiyorsun ne yeni dallarından ne de benden vazgeçerek. Ama ben unutmadım ki bizim yaşadığımız ovada yalnızlık var, tek ağaç olmak, tek ağacın altına sığınmak var bedenimizdeki ve yüreğimizdeki ateşi söndürmek için. Sen yeni dallarını verdin. Benimse yapraklarım yeşermiyor artık baharda, köküm de kurudu yalnız başına. Yeni dal vermeye gücüm kalmadı. Senin getirdiğin dalları taşımaya da yüreğim elvermez. Unutmak istiyorum artık, kurutmak istiyorum içimde akan keder nehirlerini."Diğeri gözyaşlarını saklayabilecek kadar şanslı değildi. Tek cümle çıktı ağzından kaçıp uzaklaşmadan önce: "Kopardım diğer dallarımı çünkü unutamadım seni."

Ne hasretin dumanını tüttürecek kadardı cesareti
Ne bırakıp gidecek kadar güçsüzdü esareti
Ardına bakmadan giderken, kaçarken gözyaşları sel olup
Ümidini tüketiyordu, izlerken içinde yanıp sönen işareti

Ertesi sabah aynanın karşısına geçtiğinde, her sabahın aynı hayat olduğu gerçeğiyle tanıştı. Pişmandı, anlamıştı her tercihin aynı zamanda bir kaybediş olduğunu. Eli telefona gitti. Onu arayacaktı af dilemek için. Tam o sırada zilin sesiyle açtı gözlerini.

Aytaç Özkütük
11.05.2009
14.00

Hiç yorum yok: